31 Temmuz 2013 Çarşamba

Kuzeninle Tanış Oğlum!!!



          Akrabalık ilişkileri gerçekten çok önemli. Ben çocukluğumu hatırlıyorum da Abim, Samet Abim ve Semih ayrılmaz dörtlüydük. Ne yaparsak yapalım birlikte yapardık. 4 kardeş gibi büyüdük. Yani 3 abim vardı benim aslında. Hep beraber oyunlar oynardık, bisikletle gezmeye giderdik, Naim'in Çayırı'na pikniğe giderdik. Bir defasında başka bir yerde bizimkiler hazine bulduk diye geldiler :) Dedemin bahçesinden kazma kürek aldılar.  Annem ile teyzemde onun hazine olmadığını bildikleri için başkasının malına zarar vermesinler diye koşa koşa bunların arkasından gittiler. Meğerse hazine dedikleri yer tarla sınırının ayrıldığı yermiş. Tapuda ayırmış adamlar, kocamanda bir demir çubuk koymuşlar fiilen daha ayrılmadı diye. Tabi onun sonrasında bir dünya iş çıktı :)  Aslında anlatacak o kadar çok anı var ki! Biraz daha büyüdüğümüzde beni aralarına almamaya başladılar. Aslında şimdi düşününce hepsi ergen tabi, normal. Ama o zamanlarda ben bunu anlamıyordum, beni gerçekten istemediklerini düşünüyordum. O yüzden onlara hep tuzaklar kurardım. Balkondan üstlerine kovayla su atmak mı istersin, bisikletlerinin tekerleklerini patlatmak mı ya da zincirlerini kerpetenle kesmek mi? Bahçede bulunan eşyalarını saklardım, toplarını keserdim. Ta ki bende büyüyene kadar sürdü bunlar. Ama biz her zaman birbirimizin en yakın arkadaşı olduk. Dertlerimizi, ilklerimizi, sevinçlerimizi paylaştık. Yediğimizi içtiğimizi paylaştık. Büyüdükçe, hayatlarımız değiştikçe bizlerde değiştik sanırım. Aramızda ki mesafeler git gide uçuruma dönüştü. Samet Abimle hala çok sık görüşüyorum. Semihle neredeyse hiç, bayramdan bayrama. Abimle ise aramızdaki sorundan dolayı görüşmüyoruz. (Aslında sorunda değil) Ama ben yine eskisi gibi olmak, her şeyimi paylaşmak istiyorum. Çocuklarımız da bizim gibi büyüsün istiyorum. Bu isteğim doğrultusunda bir adım attım abime karşı, hadi hayırlısı diyorum. Dünyalar tatlısı yeğenimi daha hiç görmedim. Fotoğraflardan görüyorum şuan. İnşallah gidince yakından göreceğim :) Deniz ile Yağız büyüyünce belki de çok yakın arkadaş olacaklar. Neden olmasın? Öyle olması da gerekmiyor mu? Sıra geldi şimdi ikinci adıma!!!

30 Temmuz 2013 Salı

ANNE ADAYI

          
          Son zamanlarda gece uyuyamıyorum. Sabah 8 oluyor ben hala oturuyorum. Bilgisayarda bir şeyler araştırıyorum. Oğluma keçeden oyuncaklar dikiyorum. Kaşınıyorum:) O saatten sonra resmen sızıyorum. Saat 12-1 gibi kendime geliyorum ama ruh gibi dolaşıyorum evde. Uyuyamamamın tek güzel sonucu oğlum için yaptığım oyuncaklar oluyor. El emeği göz nuru, bence daha kıymetli. Minik kurbağam büyüyünce "Sabahladım senin için" diyeceğim :) Yok yok demem. Hani bazı anneler vardır ya " Yemedim yedirdim, içmedim içirdim" diyenler.Ya hu annesin yapacaksın tabi. Bunları yapabilecek potansiyelde olmasaydı kadın, Allah annelik mertebesini erkeğe verirdi :) Ayy birden erkeği hamile canlandırdım gözümde, çok iğrenç bir görüntü :) Her ne olursa olsun, çektiğim tüm ağrılara, uykusuzluklara, bakımsız bir halde ortalarda dolaşmaya (saçımı düzleştirmeye bile halim yok), gözlerim uykusuzluktan burnum ödemden şişmiş bir halde bulunsa da, ellerimin ve ayaklarımın sabahları şiş olmasından dolayı paytak yürüsem de, otururken bacak bacak üstüne atamasam da (bırakın atmayı bacaklarımı otururken yan yana bile getiremiyorum),yatarken soldan sağa sağdan sola dönerken zorlansam da, ergenlikte bile çıkarmadığım sivilceler kollarımı kaplasa da, ömrümde ulaşamayacağım kilolara ulaşsam da, bazen oturduğum yerde uyuklasam da ANNELİK çok güzel bir duygu. Doğum gerçekleşince bunların hepsi bitecek ve ben oğluma kavuşacağım inşallah. Aslında bu olanlar gözüme hiç batmıyor. Sadece düşündüm, neler kötü gidiyor diye. Aslında çokta kayda değer bir şey yokmuş çok şükür. Takip ettiğim hamilelik sitelerinde hamile kadınların yazdıklarını, sorunlarını okuyorum. Allah'ım diyorum ne sorunlar var!! Sonucunda ANNELİK mertebesi olunca her şeye katlanıyor insan gerçekten.
          Şimdi düşünüyorum da  peki ben hamileliğim hayatımda olumlu olarak neleri değiştirdi? Mesela televizyon seyretmeyi gereksiz gören ben, pazar günlerini iple çekip "Merhaba Bebek" programını zevkle izliyorum ve bir sürü şey öğreniyorum. Bebeğim protein alsın diye et yemeye başladım. Kitap okumayı çok seven ben asla ilgimi çekmeyen bebek bakımı ve psikolojisi kitapları okuyorum. Yaptığım oyuncaklar, battaniyeler sayesinde el yeteneğimin bu kadar çok olduğunu öğrendim. Fotoğraf çekmeye her zaman ilgim vardı ama yeteneğim olduğunu bilmiyordum:) Bu kadar sabırlı olduğumu yeni öğreniyorum. "Evlat" kavramının ne kadar değerli ve paha biçilemez olduğunu, insanın içindeyken bile kıyamadığını öğreniyorum. (Annelerin çocuklarına acımasızca davranmalarını, dövmelerini, önemsememelerini, ilgi göstermemelerini hiç anlamıyorum.) Daha yolun başındayım, bunları "ANNE ADAYI" iken öğreniyorum. ANNE olduğumda daha çok ve güzel şey öğreneceğimden eminim. Sabırsızlıkla bekliyorum :) 


27 Temmuz 2013 Cumartesi

Ah Şu Hamilelik Hormonları :)

          Hamile kişi bu döneminde gerçekten de ne kadar duygusallaşıyormuş ! Derlerdi de inanmazdım. "Sende yaşa göreceksin" cümlesini çok duydum. Ama  hangi arkadaşımın ahını aldım bilmiyorum :) Hayır gerçekten ele avuca sığar şeylere duygusallaşmıyorum ki! Mesela, herkes Hülya Koçyiğit'in "Kınalı Yapıncak" filmini bilir. Ben bir Türk filmi tutkunu olarak televizyon da bu filme rastladığım bir gün, iyi vakit geçer izlerim dedim. Nereden de izledim :)  Üvey annesi kızın saçlarını kesiyor diye içim çıktı ağlamaktan. "Ne yaptı bu zavallı" şimdi diye diye 3 saat geçmiş ağlarken:) Tam sakinleştim derken camdan bakayım iyi gelir dedim. Arabayla geçen insanların kim bilir ne dertleri var diye başladım bu sefer ağlamaya.Tabi o sıralar iş yerimiz kapandı ve ayrı bir boşluğa düştüm. Evde vakit geçirmek zorundaydım. Aslında süper hamileliğimin tadını çıkarırım, bebeğime ciciler örerim, dikerim,yaparım, kitap okurum falan diye düşünüyordum. Ama hamilelik insanı bir başka yapıyormuş. Bunların hepsini yapıyor olsam da aynı zaman da saçma sapan şeylere ağlıyorum. 
          Bir gün kitap okurken camdan içeri kelebek girdi. Dışarı çıkmaya çalışıyor çıkamıyor. Yardım etmeye çalışıyorum ama dokunmaya korkuyorum ölecek diye. Başladım ağlamaya, "Kelebek sen ne istiyorsun benden? Vicdan azabı mı çekeyim, çık işte" diye. Hayvan bile halime acıdı 3-5 saniye sonra çıktı :) 
Aaaa hele ki yol ortasında ki ağlama hallerim :) Teyzenin biri pazara gitmiş, bizim orada ki kasaptan bir şeyler almış çıkıyor. Yerde de poşetleri var. Alamıyor. "Yardım edeyim Teyze" dedim. " Kızım bu halinle bana da yardımın dokundu" dedi. "Şu poşetten kiraz al" dedi Tamam ya da teşekkür ederim almayayım diyemedim. Başladım ağlamaya. Teyze de şaşırdı. " Anneannem geldi aklıma Teyze" dedim.O gün bütün gün anneanneme ağladım :) Sebep yok ama sadece ağlıyorum.
          Yoldan geçen köpeğe, bir türlü yapamadığım kadınbudu köfteye, ağırlaştıkça yapamadığım temizliğe ve ütülere, kırılan tabağa, sokakta ağlayan çocuğa, bulduğumuz yavru kargaya, aldığım kilolara, son zamanlarda şişen el ve ayaklarıma, aradığımda ulaşamadığım arkadaşlarıma, almak isteyip bir türlü bulamadığım kitaplara, filmde çok güzel balık yiyen adama, karşı komşumun oğlu Kuzey'in ağlamasına, bozulan asansöre, içemediğim filtre kahveye daha nelere nelere ağlıyorum bir bilseniz. Üstelik benim gibi o kadar şey yaşamış ve tek göz yaşı dökmemiş ketum bir insan. 
          Ben bu kadar saçmalarken (Normale döndüğümde saçmaladığımın farkına varıyorum. Ama hangi hormonsa o, yükselince elden bir şey gelmiyor :) ) benim canım kocam her zaman benim yanımda olup, sabırla neden ağladığımı dinliyor, bir de beni sakinleştirmeye çalışıyor."  Tamam Aşkım o kargayı ben şimdi bir çatıya atarım. Annesini bulur o. Sen üzülme" gibi :) Ben erkek olsam bu kadar sabırlı olamazdım herhalde. O zaman ne yapıyoruz oğlum, babaya kocaman TEŞEKKÜR ediyoruz :) Her zaman yanımızda olduğun için teşekkürler babası :) 




26 Temmuz 2013 Cuma

Ohh Anne Burası Çok Rahat, Daha da Yayılsam mı Acaba?



          Yaklaşık 1 haftadır inanılmaz bir ağrı yaşıyorum. Neyse ki onunla yaşamaya alıştım.Sol göğsümün altı, normalde kalp olan bölge, şiddetli ağrıyor.  Ama ilk yaşadığımda çok korktum, Yağız'a bir şey oluyor zannettim ve acile gittik gecenin bir yarısı. Hamile kişinin organlarının yer değiştirdiğini bir yerde okumuştum. Bunu birebir yaşayınca tasdik ettim :) Ertesi gün doktorum oğlumun rahatına çok düşkün olduğunu (Aynı annesi ve babası), sol göğsün altında şuan mide olduğunu ve ayaklarıyla ittirerek mekanik baskı yaptığını söyleyip ultrasonda gösterdi. Onu görünce sonradan benim film yerine oturdu. Ağrı başlamadan bir kaç gün önce o bölgede bir sertleşme oluyordu ve ayak izi çıkıyordu ama ben yanlış görüyorum herhalde diyordum. Doktordan geldiğimizden beri Yağız'ım ayağını ağzıma sokmaya çalışıyor galiba:) İnatla ittirip ayağının imzasını atıyor oraya.  Ama dünyadaki en güzel duygu. Sabırsızlıkla bekliyorsun, kime benziyor, nasıl bir bebek olacak diye hayal kurup düşüncelere dalıyorsun. Bebeğinde sana tepki verip " Anne merak etme bak bu ayağım" diyor:) Son günlerde elini de gösteriyor benim minik kurbağam :)
          Hamileliğim boyunca hiç sorun yaşamadım. Tek sorunum aldığım fazla kilolar ve insanların acımasız eleştirileri oldu. Onları da bir yerden sonra önemsemiyorsun zaten. Sadece bebeğin önemli senin için. Birkaç tanesini azarlayınca susuyorlar zaten kaldırım doktorları. Hele ki memlekettekiler!!!! Bu yüzden son zamanlarımda böyle bir ağrı yaşayınca çok korktum. Sebebini bilmediğin bir ağrıyı yaşamak kadar kötü bir durum yokmuş meğerse. Sanırım benim minik kurbağam dünyaya gelene kadar, "Özgürlük" diye bağırana kadar içerinin keyfini çıkaracak. Annelik zor zanaat vesselam. Ama çok güzel bir duygu:)  



Kadın Kendini Anneliğe Hazırlamalı Mı Yoksa Zaten Hazır Mı?

         
Gebe kadının vücudunda bütün gebelik boyunca önemli fiziki ve kimyasal birçok değişmeler olur. Bir de psikolojik tabi ki. Ah o hormonlar yok mu değişen hormonlar :) İçinizdeki o küçük varlığı hissetmeye başladığınızda aslında annelik başlamış sayılıyor. İçgüdüsel olarak onu her şeyden koruyorsunuz. Koşarak üzerinize gelen çocuktan, arabalardan, soğuktan, sıcaktan, bisikletlilerden, tüm yollar benim dercesine yürüyen insan kılıklılardan,... Elinizle kolunuzla karnınızı tutarsınız. Bütün hamileler içgüdüsel olarak yapar bunu zaten. "Aman çocuğuma zarar gelmesin". Ben bir de bunun doğumdan sonrasını düşünür oldum. Yine inanıyorum ki içgüdüsel olarak yapacağım çok şey var, emzirmek, uyutmak, sakinleştirmek,... Ama asıl sorun bebeğime nasıl davranmalıyım? Klasik bir anne olmaktan kaçınmak için elimden geleni yapıyorum. Mesela çeşitli kitaplar temin ettim, okuyorum. Çok yararı olduğunu düşünüyorum.  Tüm hamilelere tavsiye ediyorum.Bilinçli bir şekilde bebek büyütmek, genellikle doğru bilinen yanlışları yapmamak için okuyun. "Ya kitapta başka, gerçek hayatta başka" demeyin sakın. Zaten ilk orada kaybedersiniz. Denemekten zarar çıkmaz, değil mi? 
       Yaptığım gözlemlere dayanarak diyorum ki, bebeklerini belli bir yaşa kadar kendileri büyüten (anneanne, babaanne,...olmadan) arkadaşlarımın çocukları gerçekten çok akıllı, laf dinleyen, yerinde şımarmayı bilen çocuklar. Yani tam çocuk kavramına uyuyorlar. Tabi ki çocuktan bütün gün oturmasını bekleyemezsiniz. Ama çocuğunuzun arsız, şımarık, terbiyesiz,... olmasının tek sebebi her dediğini yapan 3. kişiler. Anne baba birlik olursa, söz birliği yaparsa (arkadaşlarımdan ve okuduğum kitaplardan yola çıkarak söylüyorum), 3. kişiler belli bir yere kadar karışırsa (anne babanın izin verdiği ölçüde) çocuk yetiştirmek mükemmel bir duygu. Umuyorum Yağız'ı da bu şekilde yetiştirebiliriz. En azından elimden gelenin fazlasını yapacağım. Zaten gurbetteyim, bebeğimi kendim büyüteceğim. Önemli olan ona hayatla nasıl savaşması gerektiğini öğretmek, her istediğini yapmamak, doğruyu öğretmek ama yanlışında da yanında olmak(insanız hatalar yapabiliriz), yokluğu öğretmek, insanlar arasında ayrım yapmamayı öğretmek (mesela küçükken sorarlardı " Anneni mi babanı mı çok seviyorsun?" bu kadar saçma bir soru yok gerçekten), geçmişini tarihini bilmesini sağlamak, kitap okumaya teşvik etmek, hedef belirlemeyi öğretmek, küçükle küçük büyükle büyük olmayı öğretmek, saygı duyarak saygı duymayı öğretmek, Dürüstlüğün önemini iftiranın kötülüğünü anlatmak,hayvanları ve insanları sevmesini sağlamak, hayatta illaki iyi yerlere gelmek zorunda olmadığını anlatmak, yardımlaşmanın güzelliği anlatmak, dostluğun arkadaşlığının önemini anlatmak konuşarak her şeyin hallolabileceğini anlatmak ,.... Tabi ki bunların hepsini anne babası yapacak ki çocuk ilk önce görerek öğrenecek. Ondan sürekli bir şeyler beklemek saçma değil mi? Sonuçta beyaz bir sayfaya ne yazarsan onu okursun. Anne baba olarak ta, dünyayı onun gözünden görebilmeyi, koşulsuz olarak sevmeyi ve sevilmeyi, onu güldürmeyi ve mutlu etmeyi, öğrenirken ve büyürken görmekten zevk almayı, annenin vücudunun bir mucize yaratmasını seyretmeyi, ona sadece sarılmayı ve öpmeyi, bazen mantıksız davranma lüksüne sahip olmayı,  yeniden oyuncaklarla oynamayı öğrenmek gerekiyor sanırım. Bakalım bizi neler bekliyor. Allahım yanımızda ol :)

Not: Aramızda kalsın ben kendimi hazır hissediyorum artık. Sadece Yağız eksik:)

Okuduğum ve tavsiye ettiğim kitaplar:

  1. Merhaba Bebek- Sinem Olcay Kademoğlu,






        


















     2. Bebekler İçin Beyin Geliştirici Zeka Oyunları- Jackie Silberg





















     3. Bebek Gelişiminde Oynayarak Öğrenme- Penny Warner





















   4. Emzirme Sanatı


















    5. Bebeğinizin İlk Yılında Sizi Neler Bekler-Arlene Eisenberg

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Memlekete İlk Yolculuğumuz...


Yağız'ımı nisan ayında memleketimize götürdük:) Özellikle ben istedim ki doğmadan oranın havasının kokusunu, suyunun tadını, davul-zurnasının sesinin tadını alsın. Bizim kerata gerçekten de davul zurna sesi duyunca hareket etmeye başladı. İlk hareketleriydi onlar. Acaba müzisyen mi olacak diye düşünüyorum bazen ya da Halk Oyunlarına gönül veren bir dansçı? Hele  ki bu aralar müziklere bu kadar tepki verince :) Neden olmasın?



Böyle olur mu acaba:)
 

 Oğlum Pınarhisar'ı sevdi. Bunu hissettim. Bende çok özlemişim, Şezai Abinin simitlerini, Niyazi abinin "Çanakkale Domatesi bunlar" diye bağırmasını, Utku'nun son ses müzikle deli gibi araba sürmesini, belediyenin megafonundan gelen Levent Abim'in sesini, Adil Abi'nin kahvesinden gelen sesleri, Belediye Parkındaki pis karga kokusunu, 1 turda biten caddeyi, Serdar Abi'nin kavurmalı tostunu, Zahit'in köftesini, Kaleleri, geceleri hiç susmayan köpekleri, güzndüz gece demeden bağıra bağıra konuşan insanları, ağaçlardaki erikleri zerdalileri,...Memleketim güzeldir hoştur da bir de şu insanlarının gereksiz konuşmaları olmasa daha da süper olacak. 

Arkadaşlarla buluştuk bir gün, tablo bu :)
,
Ben ve karnımda Yağız, Can arkadaşım Arzu ve dünyalar tatlısı oğlu Sancak, Hasret çektiğimiz güzel arkadaşımız İpek ve dünyalar güzeli kızı Melodi(Amerika'da yaşıyor) ve güzel kalpli arkadaşımız Nurdan. Bu sene 2 tam, 1 yarım ve 0 olarak buluştuk :) Seneye 3 tam 1 yarım belki de 4 tam olarak buluşacağız :) Sancak ile Melodi oynarken Yağız'ı aralarında hayal ettim hep. İnşallah Rabbim seneye izin verirse o günleri de göreceğiz.

Anneannemde yaklaşık 1 ay kaldım. Bol bol zaman geçirdik. Çok eğlenceliydi gerçekten. Yılmaz "Ne zaman gelirsin" diye sorduğunda "Doğurunca" diyordum hep. Hasretine dayanamadım tabi ki :)Mihriye Teyzemin doktorları bile şaşırtacak bulgu ve uyarılarıyla  tatilimizi sonlardık. O uyarıları paylaşmak istiyorum:

  • Çok yeme, çocuğun beyni donar (dondurma yiyorum)
  • Çocuğun canı çeker, ye. (Ne görürsek yedirdiği zamanlarda)
  • Çok hızlı yürüme, çocuğu zıplatma.
  • Öyle yatma, ezilir çocuk:) (Sırt üstü yattığımda)
  • Ve buradan yazamayacağım bazı cümleler:) Teyzem beni anladı:)
İyi ki var benim iyi yürekli Teyzem. Bir insan bu kadar iyi niyetli ve düşünceli olamaz. Ama teyzemi tanıyanlar böyle bir insanın varlığına inanıyor :) Eee neden olsa dedemin kızı :) 

Hele ki Efsuncum Ablacım, Yağız'ın adını Hayrettin koydu.( Aslında Kayınpederinin adı. Hiç tanıyamadım. Seneler önce vefat etmiş. Rıdvan Abim babasına benziyormuş  Bir parçada Hayrettin Amca ve Rıdvan Abime benzeyebilir o zaman.İyi huylu, iyi yürekli insanlar.) Efsuncum Ablacım Yağız'ı öyle çağıracak sanırım. İşin garip kısmı Efsuncum Ablacım karnıma doğru "Naber Hayrettin?" diye seslendiğinde Yağız hareketlenmeye başlıyor :) Ayrıca hareketlerini benden başka ilk defa Efsun Teyzesi hissetti :) Zaten bizim için çok özeldi daha da özelleşti Teyzesi...
Bu zıbını ya alacağım ya da yapacağım. Efsun Teyzesiyle fotoğraf çekeceğim :) 

23 Temmuz 2013 Salı

Cinsiyetini öğrendik, soluğu Anıtkabir'de aldık.. Ankara Yolculuğumuz 1


8 Mart Dünya Kadınlar Günü benim için pek bir şey ifade etmemişti hiçbir zaman. Doğum günü ve yıl dönümlerini kişiye özel diğer günleri ticari bulmuşumdur hep. Ama bu sene, yani 8 Mart 2013 benim için tarifi imkansız bir gündü. 15 Ocakta aramıza katıldığını öğrendiğimiz bebeğimizin cinsiyetinin erkek olduğunu öğrendik:) Aşık olduğum adamdan bir tane daha evde olacak :) Çok güzel bir şey. Ya da baba oğul ömrümü yerler mi:) Yemezler yemezler...
2 yıllık evlilik hayatımda beni bir kere bile pişman etmeyen, aksine hep "İyi ki" dedirten, hatta benim tahminimden çok çok daha iyi bir eş olan Yılmaz ve bir taraftan bizden bir parça, yüksek ihtimalle babaya benzeyecek olan oğlumuz:) Ben onlara kıyamıyorum ki onlar bana kıyabilsin :)

Ertesi gün oğlum, babası ve ben ilk seyahatimize çıktık. Oğlumuzu Anıtkabir'e götürdük. Aslında Ankara'da işimiz vardı. Buraya kadar gelmişken oğlumuzu götürelim dedik :)
Anıtkabir'deyken seneler sonrasını düşündüm birden. Oğlumun büyüdüğünü askere gittiğini ya da meslek olarak kendine askerlik seçtiğini hayal ettim. Hamileliğin verdiği duygusallıkla sürekli gözlerim yaşlı dolaştım. ATA'ma olan özlem de eklenince iyice kötü oldum. Gezerken oğluma Atatürk'ü anlattım sürekli, liderliğinden bahsettim. Ne kadar bulunmaz, muhteşem bir insan olduğundan, ileri görüşlülüğünden, aklından, kitapları ve çocukları ne kadar çok sevdiğinden bahsettim. Atatürk'ün yolundan ayrılmamasını tembihledim. 


Yolculuğun sonunda Yılmaz'a hiç isim düşünmediğimizden bahsettim. Aklında ne var diye sordum. İkimizde aynı şeyi düşünmüşüz :) Ya "Tuğra" ya da "Yağız " olsun dedik. Ben senelerdir isminin anlamını bilmeden yaşayan biri olarak ismin manalarına takıntılı biriyim. Ayrıca araştırmalarıma göre her bireyin isminin anlamıyla yaşadığını öğrendim. Oğlumun isminin anlamı güzel olmalıydı. Tuğra ne demekti; Osmanlı padişahlarının imza yerine kullandıkları, özel bir biçimi olan sembolleşmiş işaret. Çokta anlamlı değil diye düşündük. Ama Yağız, yiğit, esmer delikanlı demekti. Aaaa tıpkı babası :)Yağız olmalıydı benim oğlumun ismi. Babası gibi güçlü, kuvvetli, yılmayan, sabırlı, yiğit olmalıydı. 
Ankara yolculuğumuz sonunda ismini de koymuştuk minik kurbağanın :) 
Hadi gel artık Yağız, sabırsızlanıyoruz.






22 Temmuz 2013 Pazartesi

GÜMÜŞ VE YAĞIZ


Gümüş yani kedim hayatıma gireli 5 yıl oldu. Benim için çok değerli bir kedi. Kadriye Teyzem yolda bulmuş onu küçücükken. "Buna baksa baksa Gülev bakar" diyerek bana getirdi. Tabi ki dayanamadım. Çok tatlıydı :) Üstelik abimin köpeği Dayı ile de çok iyi anlaştılar. Geldikten bir kaç hafta sonra bahçede çekmiştim bu fotoğrafı. Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlardı. 
  Benim evlenme sürecimde Gümüş'ümün sokağa atılma olayı dışında pek bir hırpalanmışlığı yok. Çok uysal bir kedi, sevgi arsızı, bütün gün tembellik yapıp uyur ya da camdan dışarı bakıp buradaki esnafla dalga geçer. Hiç kıpırdamadan dışarı baktığı için insanlar gerçek mi süs mü anlayamıyorlardı ta ki ben onları aydınlatana kadar :) Yılmaz'a resmen aşık. Bütün gün bazen benim yanıma bile gelmez. Ancak Yılmaz işten gelsin çılgın gibi peşinden koşar, kendini yerden yere atıp naz yapar:)
Hamile kalınca tabi ki bana da çevremde ki insanlar mahalle baskısı yapmaya başladı. Bebeğe bir şey olur diye. Sanki ben kendi bebeğimi riske atacağım. Gümüş'ün aşıları tam. Testlerimiz temiz. Yurt dışında insanlar hayvanlarla iç içe yaşıyor bilinçli olarak. Bu tarz durumlarda bizim milletimiz çok temiz ve titiz bir hayat geçiriyormuş gibi davranıyor :)
Halbuki  yapılan araştırmalara göre evlerinde kedi veya köpekle büyüyen  çocukların sıradan alerjik reaksiyonlar gösterme riski %50 lere varan oranda düşük oluyor.Bu şaşırtıcı bulgu yüzlerce çocuğun doğumlarından 7 yaş civarına  gelene kadar yapılan araştırmaların neticesi olarak ortaya çıkmış.
Ayrıca çocuğun duygusal gelişimi için çok önemli bir adımdır evde evcil hayvan bakmak. Evcil hayvanla büyüyen çocukların psikolojik olarak daha güçlü oldukları bilimsel olarak kanıtlandı. Evcil hayvanlarla büyüyen çocuklarda sorumluluk duygusu da daha ileri seviyede olur. Bu çocuklar düzenli olma ve güvenilir olma konularında da bir adım önde yer alırlar. Evcil hayvanın ona ihtiyacı olduğunu bilmesi ve o hayvanın sorumluluğunu taşıması sebebiyle çocuklardaki öz güven duygusu da desteklenmiş olur. Ayrıca tek çocuklarda şımarıklığın ve kıskançlığın önüne geçer.
Evcil hayvana sahip olan çocukların bağışıklık sistemlerinin daha güçlü olduğu ve ilerleyen yaşlarda daha az hastalandıkları da bir diğer gerçek. Ben hep evcil hayvanlarla büyüdüm. Çok şükür şimdiye kadar bir şey olmadı. Sonuçta Kuran-ı Kerimde de onların bize emanet olduğu yazar.

Her neyse kızım ve oğlum, Gümüş ve Yağız şimdiden çok iyi anlaşıyorlar. Gümüş her gün gelip karnımı kokluyor, patisini koyuyor üzerine de başını, beş on dakika resmen dinliyor. Başlıyor mırlamaya. Bunu duyan Yağız durur mu? O da tepki vermeye başlıyor tabi ki. Babasına bile bu kadar tepki vermiyor :)

Gümüş keyfine düşkün bir kedidir aslında. Çocuklarla arası çok iyi. Mesela karşı komşumuzun oğlu Kuzey'i çok seviyor. Onun sesini duyunca hemen kapıya gidiyor. Kapıyı açmam için yalvarıyor. Masal ağlarken, Gümüş Ender'in çevresinde dolaşmaya başladı. Ta ki Ender Masal'ı kucağına alıp susturana kadar. Masal'a bir şey olacak sandı. O zamana kadar önce Masal'ın ayaklarıyla oynadı. Masal sıkılınca karşıdan seyredip uyudu.  Ender'i de çok seviyor :)
Şimdi ailemiz büyüyor. Ben istiyorum ki Yağız da hayvanları sevsin. Onlarla büyüsün, korkmasın, hayvanlarla yaşamayı öğrensin, onların yaşama şekillerini, doğalarını bilsin istiyorum. Onlara zarar vermesin.  Şimdilik iyi anlaşıyorlar, bakalım önümüzdeki ay neler yaşanacak?


BÖYLE OLSUNLAR İSTİYORUM :





Çok Özlüyorum Seni :(


Anne ve babamın öğretmen olması dolayısıyla beni anneannem ve dedem büyütmüş. Onlara olan sevgim paha biçilemez düzeyde. Hayatla ilgili çoğu şeyi dedem öğretti bana. Daha ilkokula bile başlamadığım yıllarda aklımın  ve hayal gücümün farklı çalıştığı zamanlarda, ölümü farklı algılardım. Dedeme bir şey olacak diye çok korkardım. Ve sonuç olarak doktor olmaya karar vermiştim. O zamanlar kartal arabalar çok moda, bagajları çok geniş ve ulaşılması zor arabalardı. Ben doktor olup bir kartal araba alacaktım. Dedeme ve anneanneme bir şey olursa onları bagaja yatıracak, ağızlarına acı biber sürecek ve uyandıracaktım. Büyüdükçe bu işlerin böyle olmadığını anladım tabi ki. Ve canım dedem aramızdan ayrıldığında ben hiçbir şey yapamadım :( Seni kaybedeli bu gün tam 5 yıl oldu. Dün gibi, 22 temmuz 2008.


21 Temmuz 2013 Pazar

Orhan Gencebay'a tepki veren BEBEĞİM BENİM :)


Okuduğum kitaplarda hamile kişinin günde en az 1 saat, karnındaki bebeğine klasik müzik dinletmesi gerektiği yazıyordu. Doktorum da aynı şeyi söyleyince bende başladım bebeğime klasik müzik dinletmeye. Zaten kitap okurken ya da dinlenirken mutlaka klasik müzik dinlemeyi tercih ediyordum. Bebeğime yararı, zekayı geliştirmesiymiş. Ayrıca bunu ceviz, badem, kaju, fındık ve kurum üzüm ile desteklemek gerekiyormuş. Bende aynen uygulamaya koyuldum. Önemli olan bebeğimin zekası.  Klasik müziği dinlerken Yağız o kadar güzel hareketleniyordu ki karnımda, çok hoşuma gidiyordu. 
Bir gece Orhan Gencebay'ın son çıkarttığı albümü dinleyesim geldi. Hani şu 33 sanatçı 33 eser albümü var ya, o albüm. Neyse bilgisayardan açtım 5-10 saniye geçmedi ki bizimki içerde deliriyor. Bende o anda evde biraz iş yapıyordum Yılmaz'dan gizli. (Hamileyken ev işi yapmama kızıyor, aslında bana ve oğluna bir şey olacak diye korkuyor canım benim :)) Kendi kendime dedim ki " Babasından gizli iş yapıyorum ya Yağız bile kızıyor" Anlam veremedim. Şarkı bitti, Yağız'ın hareketleri durdu. Diğer şarkı başladı Yağız yine hareketlendi. Dikkatimi çekti, müziği kapatıyorum Yağız duruyor, açıyorum oynamaya başlıyor Trakya bebesi :) Ardından hemen klasik müzik açtım hareketler yavaş, narin, beyefendi edasında :) Orhan Gencebay açıyorum çıldırıyor, karnımı delecek neredeyse.

Tamam anladık Trakya bebesi sonuçta, kapının gıcırdamasına oynayacak annesi ve babası gibi.(Trakya tabiridir kapı gıcırdaması) Ama Orhan Gencebay ne alaka be minik kurbağam.
O günden beri o albümü dinlemiyorum, canımı yakıyor :)
Gerçi Yağız'ım tepki vereceği yani dinleyeceği sanatçıları şimdiden seçti ve aşırı tepki veriyor. Mesela, Zülfü Livaneli, Leman Sam, Ajda Pekkan, Aşık Veysel, Candan Erçetin, Barış Manço, Fatih Erkoç, Işın Karaca, Kazım Koyuncu, Edip Akbayram, Nilüfer, Münir Nurettin Selçuk,... 
Hele ki Leman Sam, Livaneli şarkılarından "Özgürlük" şarkısına başlayınca işte benim bittiğim an diyorum. Şarkıyı da kapatmıyorum çünkü çok seviyorum. Ben dışarıdan oğlum içeriden bağırarak söylüyoruz "Özgürlük" şarkısını. 
Oğlum da artık özgürlüğüne kavuşmak istiyor sanırım, o yüzden bu şarkıyı çok seviyor :)

AŞERMELERİM :)


Daha önce aşeren bir hamile görünce çok özenirdim. Nasıl bir duygu acaba diye merak ederdim. Maalesef bu duyguyu tam anlamıyla yaşayamadım. Aslında her daim yanımda olan bir eşim var, ne istesem yapıyor. Bunu kullanmayı çok isterdim :)
Hamileliğimde ilk aşermemi henüz 6 haftalıkken yaşadım. Yılmaz ile evde "Çakallarla Dans 2" filmini izliyorduk. Filmin bir sahnesinde adam o kadar güzel balık yiyordu ki (Bende bir balık düşkünüyüm)ağlayasım geldi, gözlerim doldu. Bunu gören Yılmaz " Aşkım çıkalım hemen yiyelim" diye heveslendi. Ancak Bolu'da gece yarısı açık restaurant bulmak ne mümkün. Ancak ertesi gün aşermemim sonucuna varabildim. Gerçekten ertesi güne kadar zaman geçmedi. 
Daha sonraları öğrendiğim bir Trakya yöntemi bu aşermelere çare oluyormuş onu öğrendim. Benim canımın içi Mihriye Teyzem bir şey göreyim ya da koksun hemen "Avucunu yala" diyerek bana avcumu yalatma görevini üstlendi. Şaka değil işe yarıyor gerçekten. Hepsi psikolojik değil mi zaten?
Bu ilk aşermemdi. İkincisi ise Pınarhisar'da (Kırklareli) yaşayanlar bilir. Bizim orada mezarlık yolu vardır. Akşam üstü olunca insanlar mezarlık yolunda yürüyüşe çıkarlar. Çocukluğumdan beri hiç değişmedi bu gelenek. O kadar güzel toprak ve ayçiçeği kokar ki oralar.



İlk defa oraya gidenler anlayamayabilir dediklerimi. O koku muhteşemdir. Her neyse bunu Yılmaz'a söylediğimde önce güldü, sonra " Aşkım başkalarının eşleri erik aşeriyor, karpuz aşeriyor." diye tepki verdi :) Haklı aslında. Neyse ki Nisan ayında bu aşermemi yaşadım. Ama henüz ayçiçekleri yoktu :(  Sonuç olarak Yağız'ım bana zorluk çıkarmayan bir hamilelik yaşatıyor. Mide bulantısı, baş dönmesi, aşerme gibi olayları yaşamadım. Artık 9. ayın içinde olduğumuz için çok oynuyor minik kurbağa. Midemi ittiriyor. Ayağı neredeyse midemin içinde :) Doğunca hesaplaşacağız artık fıstığımla :)


20 Temmuz 2013 Cumartesi

İÇİMDEKİ MİNİK KURBAĞA :)


Evlenmek ve çocuk sahibi olmak, her ne kadar uzun süreli bir ilişkim olsa da bana çok uzak iki tabirdi. "Önce kariyer" diyenlerdendim bende. Demek ki büyük konuşmayacaksın:) 
Ammavelakin, evliliğin ne kadar güzel ve yaşanılası bir şey olduğunu görünce, üzerine de Yağız'ın minik kurbağamın varlığı eklenince aslında en büyük kariyeri yaptığımın farkına vardım. 

İçimdeki Minik Kurbağaya Adım Adım :)

İstediler,  Kızı Verdik 

(İşin aslı tam olarak böyle değil aslında. Ama mükemmel bir anıydı bizim için, hepinize sonsuz teşekkürler.)

Ah o çiçekli gömlek :) Gecemizi uzattı :)

 Hepinize sonsuz teşekkür ederiz. Bize muhteşem bir gece yaşattınız; Ender Güvenal, İbrahim Çakmak, Esma Bayrak, Meryem Güvenal, Birtane Çakmak, Hacer Çakmak, Büşra Çakmak, Zeynep Çakmak,Türkan Çakmak, Selda Sağ, Ayten Abla(Soyadını hatırlayamadım) ve tabi ki küçük prenslerimiz Berk Çakmak, Ali Öztürk.  
İstemem de ve nikahımda yanımda olamasa da her daim yanımda olan Ebru'ma da sonsuz teşekkürler :)
Ve yüzükler takıldı...












Neden Hediye Tadında


Merhaba,
"Hediye Tadında" Bloguma hoş geldiniz. 

Uzun süredir düşündüğüm ama hamilelik dolayısıyla yaptığım tembellikten dolayı bir türlü adım atamadığım bloguma kavuşmuş bulunmaktayım :) Aslında blogumuza demem gerekiyor. Çünkü hamile olduğumu öğrendiğim günden beri oğluma tuttuğum günlük hariç, onun için daha farklı bir şeyler yapmak istemiştim daha ele avuca sığar bir şeyler. O yüzden bu blog oğluma hediye tadında bir şey olacak.  
Amacım her adımını olmasa da (yakalayama ihtimalini düşünürsek :) ) Yağız'ın bir çok faaliyetini buradan paylaşmak, tecrübelerimi ve tecrübesizliklerimi, yaşadıklarımızı, gezilerimizi, fotoğraflarımızı, Yağız için yaptığım el emeği göz nuru ürünlerimi, kitaplarımızı... paylaşmak. Sonuçta biz gurbetteyiz değil mi? 

Serüvene başlayalım artık :)



Şuan 33. haftadayız, Yağız'ım iri bebek kategorisinde :) O yüzden doktorumuz sezaryen diye inat ederken bende sonuna kadar bekleyip normal doğum yapmak istiyorum. "3 haftaya alırız" diyor doktor, sanki karpuz. Ne olacak biraz iriyse benim minik kurbağam. Babası yani Yılmaz'ın dediği gibi " Aşkım daha iyi ele avuca daha iyi gelir, daha iyi severiz:)" Orası da ayrı bir güzellik tabi!!!  Fıstığımın hayatını tabi ki tehlikeye atmam. Nasıl bir doğum gerekiyorsa onu yapacağız. Bakalım kim galip gelecek?

Not: İçimde o kadar şey birikti ki bu aralar çok sık yazabilirim. Şimdiden kafa şişirdiğim için özür dilerim :)